Çölde Aşk Başkadır
THE ENGLISH PATIENT
Hikayeyi, hikayenin içindeki hikayeleri anlayabilmek için bir defa izlenmesi yeterli olmayan muhteşem ötesi bir film. Bizi sarı rengin içine bırakan bu kurgu romandan esinlenerek yapılmış. Bir çöl, tutkulu bir yasak aşk, uçuşan elbiseler, kumlar ve konsepte uygun tercih edilmiş harika bir Macar şarkısı... Kaybolmak, kayboldukça da hatırlamak isteyenlere uygun bir film. Harita çıkarmakla görevli Almasy, vücudunda oluşan yanıklarla yatağa düşer ve eski bir İtalyan manastırında Hana adlı hemşire ona bakar. Almasy ise acılar içinde gizemli geçmişini hatırlamaya başlar. Bu arada altını çizeyim, hikaye kötü insan barındırmıyor.
Karşımızda Sahra Çölü'nün bazı bölgelerinde harita çıkarmakla görevli olan harita yapımcısı Count Laszlo de Almasy. Katharine, ona görevini hatta tüm hayatını unutturan nokta oldu. Çölün içinde bir sahiplik arayan adam ve hazin sonu. Çölden değil, yasak aşkın tutkusundan yanıp tutuşan dostumuz hikayenin sonunda hem sevdiğinin hayatına kurtarmaya yetişemiyor hem de bu acının ardından yüzündeki yanıklarla Hana adlı hemşirenin çabaları arasında buluyor kendini. Caravaggio'nun "seni öldüreceğim" sözüne karşılık, "beni öldüremezsin çünkü ben zaten yıllar önce öldüm" demesiyle Hana ablamızın aslında hayatını kurtarmaya çalışarak ona eziyet ettiğini fark ediyoruz. İç organları gün geçtikçe yanıyor. O, gün geçtikçe ölüme yaklaşıyor ve ölmedikçe hatırlıyor. Hatırladıkça da ölmek istiyor. Hikayesiyse içi dolu dolu kitabın -ya da defterin- içinden ulaşıyor bize.
İşte o nokta: Katharine... Katharine Clifton. Kocası Geoffrey ve onunla yaşadığı hayat, evlilik tamamen göstermelik. Çünkü içerisinde mutluluk yok. Var olan yalnızca sahte mutluluklar. Gerçek mutluluğu, gerçek aşkı yaşadığı Almasy'de buluyor. Suyu seven ancak çölün içinde saplanmış kadının mutluluğu bulduğu yer. O kadın, Katharine sadakat kavramını evlilikten alıp aşka taşıyor. Kırılmış kemikleri, yaralı bedeniyle mağarada ölümünü ve Almasy'i beklerken yazdığı kalbinizi parçalayacak satırlardan bir kesit:
"Biz gerçek ülkeleriz. Haritalardaki sınırlar ya da güçlü adamların isimleri değiliz. Tek istediğim bu. Seninle ve dostlarımızla böyle bir yerden haritasız bir dünyaya yürümek. Lamba söndü ve ben karanlıkta yazıyorum."
Kendisi hayaletleri çok sever. Almasy'i hayatta tutma umudundan bir an olsun kopmayan hemşiremiz Hana. Lanetli olduğunu düşünür, sevdiği herkes öldüğü için. Hayaletleri sevdiğinden mi lanetlidir yoksa lanetli olduğu için mi hayaletleri sever onu tam bilemedim. Her bakışında ayrı bir mana, Juliette beni benden aldı. Lanetli olduğunu ve bu yüzden sevdiği insanların öldüğünü bilmesine rağmen karşısına çıkan her erkeğe aşık olması, o arayış. Dünyada karşılaşmamızın pek de imkanı olmadığı gerçeküstü iyilikte adeta melek gibi bir insan. Kendisi "umut" kelimesinin vücut bulmuş hali. Almasy'i iyileştirmek için gösterdiği çaba ve aşkı her defasında lanetine rağmen arayışı. Bu umutla ruhunu arındırmaya çalışan bir kadın, hikayenin içindeki hikayelerden biri.
"-Bize yumurta getirmiş burada kalabilir. +Neden, yumurtlayabiliyor mu?" repliğine sebep olan David Caravaggio. Almasy'nin hikayesi hakkında fikri olan ancak her şeyi farklı gözden, eksik gören abimiz. Kendisini İkinci Dünya Harbi başlangıcında parmaklarının kesilmesine neden olan ihanetin sorumlularını öldürmeye adamış. Bu eski manastıra da onun için gelmiş.
Bu da Kip. Lanetli kadını taparcasına seven mayın temizleme subayı. Bu profesyonel Hintli subaydan manastırda mumlarla ve salıncakla, sürprizlerle Hana'ya aşkından gireceği halleri ve de uzun saçlı bir motorcu çıkmasını elbette ki beklemezdik.
GEÇERİ VAR MI?
Kurgu harikası bir film. Manastırda Hana'yla birlikte Almasy'nin iyileşmesini arzularken bir anda çölün ortasında buluyoruz kendimizi. Sonra bir sarayda. Mutlu bir evliliğin sahteliğinden tutku dolu bir aşkın içine seyahat ediyoruz. Sahip olduğumuz şeylerin ve belki de dokunmaya bile kıyamayacağımız aşkımızın elimizden kayıp gitmesini; unuttuğumuzu sandığımız şeylerin hatırımıza düştüğünde kayboluşa sürükleyeceği hissini yaşatıyor. Bu kargaşada korkuyu yaşamaya başlıyoruz. Aşktan ve yaşamdan korkuyoruz. Lakin Hana ve manalı bakışlarına maruz kaldığımızda umut etmeyi, korkulara rağmen aşkı ve yaşamı sahipleniyoruz yeniden. Bir kez izlendiğinde tüm şifrelerin çözülmesi mümkün olmayan film hikayenin içinde çeşitli yollar gösteriyor. Bize düşen o yolun sonuna her şeyi anlayıp varabilmek. Film maruz kaldığı eleştiriler bir yana aldığı 9 Oscar'ın hakkını sonuna kadar veriyor. Çölün ortasında kulağıma çalınan Macar müziğiyse beni benden aldı. Geçeri fazlasıyla var.
9 Oscar lı bir başyapıt.Mutlaka en az birden fazla izlenmeli.Sizde her zamanki o kadar ince ve kusursuz kağıda,kağıttan kalbimize dökmüşünüz ki.Tebrikler...
YanıtlaSil