The Queen's Gambit - Dizi İncelemesi
THE QUEEN'S GAMBIT
Karşımızda Netflix'in son zamanlarda yaptığı en iyi dizi. Walter Tevis'in aynı isimli romanından uyarlanan bu harika yapımı muhakkak listenize almalısınız. Son zamanlarda yıldızı parlayan başarılı oyuncu Anya Taylor Joy'un Elizabeth Harmon karakteriyle karşımıza çıktığı bu mini dizi yayımlandıktan kısa süre sonra popüler olmuş ve binlerce yıllık satranç oyununa taleplerin artmasına neden olmuştur. Dünyada algılar, yönelimler Netflix gibi platformların kontrolünde ve bu platformların yönlendirmesiyle revaçtaki taleplerin sürekli güncellendiğini dikkate alınca satranca olan ilginin de kısa sürecek bir popülarite bağımlığı olduğunu düşünüyorum. En azından bu kez faydalı bir etki yarattı. Dönem dönem satranç oynamış ve seven biri olarak benim de diziyi izledikten sonra yeniden oynamaya, çeşitli taktikler üretmeye iştahım açıldı.
Diziye başlamadan önce gerçek bir hayattan esinlenilmiş başarı hikayesiyle karşılaşacağımı sanıyordum. Fakat izledikçe öyle olmadığını anladım. Özellikle başrolümüzün gerçeküstü olması bu sanıyı ortadan kaldıran etken oldu benim için. Ayrıca satrançla ilgili yapılan bir diziyi izlemek için hatırı sayılır şekilde satranç bilmek gerektiğini düşünüyordum. Yine yanıldım. Daha önce hiç oynamamış olsanız bile satranç sahnelerinde oyuncuların tepkilerine yoğunlaşan kurguda hamleleri anlamanız mümkün oluyor. Tarihi dram diyebileceğimiz bu hikayenin sanat yönetmenini de özellikle tebrik etmek gerekir. 60'larda geçen dizi o yılların havasını yaşatmakta gerek kostüm tercihleri, gerek oyuncu seçimleriyle gayet başarılı. Bu başarının diğer etkeniyse senaryo... 60'lı yıllarda erkek egemen toplumdaki kadın profilini ve bunun yarattığı sorunlarla karakterlerin sık sık karşılaşması sebebiyle dönemin sosyal konularına da değiniyor. Bu da o dönemin havasını solumamıza olumlu katkı sağlıyor. Ancak şunu da söylemek gerek, Beth diğer kadın karakterlerden ziyade erkek egemen toplumda hiçbir sorun yaşamadan başarıya ulaşan yolda rahat bir şekilde -yolda karşılaştıklarının da desteğiyle- ilerliyor. Bu anlamda kurguda Elizabeth'in 60'lı yıllardaki bir ütopyanın içinde yükseldiğini de söylemek gerek. Benim en çok ilgimi çeken şey ise dizideki sportmenlik. Genelde rekabetin, müsabakaların bulunduğu film-dizilerde mutlaka bir hile, sportmenliğe aykırı davranış bulunur. Fakat bu dizide öyle bir şeyle karşılaşmadım. Herkes yenilgiyi kabullenebiliyor, rakibine saygıda kusur etmiyor ve sert tepkiler vereceğini düşündüğümüz karakterler bile başını öne eğmesini biliyor. Hatta öyle ki Harmon'ın elediği, ezerek mağlup ettiği rakipleri onun merdivenlerden yukarı çıkarken basamak basamak destek oluyorlar.
Hikaye boyunca bir karakterin gelişimine şahit oluyoruz. Dizi sürekli geçmişte Elizabeth'in zihninde netleştiremediği sahneleri de bizi sunuyor. Annesinin, babası olduğunu düşündüğü adamla girdiği diyalogları uzaktan gizlice dinlemesi sık sık karşımıza çıkıyor. Annesinin delirdiğini Beth gibi biz de biliyoruz fakat nedenlerine dair fazla fikrimiz yok. Bu delirme intiharla sonuçlanıyor ve Elizabeth erken yaşta annesini kaybediyor. Yerleştiği yetimhanede 60'lı yıllarda çocukları kontrol altında tutabilmek için verilen sakinleştirici hapların bağımlısı oluyor. Beth satranç hikayesini başlatan Mr. Shaibel ile burada tanışıyor. Shaibel yetimhanede hademelik yapıyor. Sessiz bir adam. İşini yaptıktan sonra bodrum kata inip yalnız başına satranç oynuyor. Bu Elizabeth'in ilgisini çekiyor ve ne oynadığını sorup öğrendikten sonra kendisi de bu oyunu öğrenmek istediğini söylüyor. Shaibel gerektiğinde hayır demesini çok iyi bilen bir adam. Küçük kızın ısrarları sonucu ona yavaş yavaş oyunu öğretiyor. Aslında onun öğretisinden ziyade Beth'in yetimhanede verilen hapları yutmayıp biriktirerek birkaç gecede bir topluca tüketmesi tavanda gördüğü büyük satranç taşları halüsinasyonlarıyla öğrendi. Bir süre sonra akıl almaz derecede kendini geliştiriyor ve Shaibel şaşkınlığıyla onu izlemesi için satranç kulübünün başkanını çağırıyor. Beth kendini daha da geliştirmekle kalmıyor, yeteneğini insanlara da fark ettirmiş oluyor.
Alma Wheatley ve eşinin kendisini evlatlık edinmesiyle Beth'in asıl hikayesi başlıyor. Markete gittiğinde gördüğü dergideki satranç turnuvasına katılıyor ve para ödülü kazanıyor. Bu ödülle kendine satranç seti alıyor. Alma Elizabeth'in satranç tutkusunu bir kariyere dönüştürmesini sağlıyor. Dönem dönem sorunlar yaşasa da kariyeri gün geçtikçe ilerliyor. Kaybettiğine fazla şahit olamamakla birlikte beraberliği de kaybetmeyen hırslı bir yapısı olduğunu görüyoruz.
Bu yükselişte yendiği rakipleri sırasıyla hayatında kendine yer ediniyor ve başarıya giden yolda onun dostu ve en yakın destekçileri oluyorlar. Zamanla kadınlığını da keşfetmeye başlayan Beth, seksi olmanın kendini iyi hissettirdiğini fark ediyor. Ancak onun asıl olayı satranç tahtası. Onu en çok tatmin eden şey o tahtanın üzerinde kurduğu hakimiyet.
Elizabeth haplara ve alkole olan bağımlılığından bir süre sonra endişe duymaya başlıyor. Bu endişeyi doğuran, yıllar sonra ilk resmi rakibiyle karşılaştığında onun Beth'e olan hayranlığını dile getirdiğinde kendisinden nefret etmesi ve ardından Beltik'in yaptığı konuşma oluyor. Borgov'a yaşadığı yenilgiden sonra hırslanarak Rusya'ya gidiyor ve rakiplerini birer birer geçerek hezimetin rövanşını şampiyonluğuyla alıyor. Bu galibiyeti sağlayan en önemli faktör alkol ve haplara olan bağımlılığından vazgeçmesi oluyor. Bağımlılıkları olmadan böylesine bir başarı elde etmesi onu çok daha mutlu ediyor.
GEÇERİ VAR MI?
Geçeri elbette ki var. Benim Netflix'te izlediğim en başarılı yapım diyebilirim. Beth'in karakter gelişimine baştan sona şahit olduğumuz, başarıya giden yollarda zaman zaman beni de hikayeye dahil ederek kazanmasını istememi sağlayan müthiş bir iş. Bağımlılıklarının bir süre sonra kendisine zarar verdiğini fark ederek onlardan kurtulmasını ve başarıya onlar olmadan ulaşarak daha tatmin edici bir sonuca ulaşması da verilmek istenen mesajın çok güzel işlendiğini gösteriyor. Bu mesaj, insanın en büyük dostunun kendisi olduğu gibi en büyük düşmanının da yine kendisi olduğudur. Ayrıca hayatının satranç tahtasına kurulu olduğunu ve tüm keşiflerini, dostlarını, tecrübelerini bu sayede kazandığını düşündüğümde son sahnede oyundaki vezire benzetilmiş giydiği kıyafetleriyle ve kendisini ihtiyarların satranç oynadığı sokağa atmasıyla dizinin bitmesi hikayeye yakışır bir son olmuş.
The Queen's Gambit.Satrancın sadece bir oyun olmadığı o kadar güzel kaleme dökülmüş ki.Bu yazıdan sonra eğer The Queen's Gambit izlenmediyse muhakkak izlenecektir,saygılar...
YanıtlaSilBu akıcı diziyi izlemeyenler için bolca ipucu var. :D
YanıtlaSil